Renault Mais CEO'su Dr. Berk Çağdaş'ın "Türkler neden elektrikli otomobilleri tercih etmiyor" konulu söyleşisi
Dilek Bil: Bugün hızla değişen dünyanın yeni iş modelleri, jeopolitik sorunlar, tedarik zincirindeki zorluklar, bununla beraber iklim riskinin bütün sektörlere getirdiği riskleri konuşacağız. Tüm bu başlıklardan hareketle emisyonların azalması için pazarlama tarafında üstünüze düşen sorumlulukları ve değişen müşteri trendleri ile birlikte yeni ölçümlemelerinizi nasıl yaptığınızdan başlayalım dilersen. Öncelikle genel perspektiften bakarak otomotiv endüstrisi nereye gittiğini konuşmak istiyorum.
Dr. Berk Çağdaş: Tabii otomotiv sektörü de bütün diğer sektörlerde olduğu gibi büyük bir değişim ve dönüşüm içerisinde. Bu değişim ve dönüşümün ana tetikleyicisi ise artık dünyada SOS vermeye başlayan çevre koşulları. Otomotiv sektörü gerek üretim aşamasında gerekse üretilen ürünlerin, mamullerin dolaşımı esnasında, en fazla karbon emisyonu üreten yani dünya atmosferine negatif manada etki eden bir sektör. Karbon emisyonu konusunda Avrupa Birliği standartları içerisinde ilk kulak çekilen sektörlerden bir tanesi olduğunu da söyleyebilirim. Bu manada biliyorsunuz Avrupa Yeşil Mutabakatı hazırlandı. Bütün Avrupa Birliği üye ülkelerinin belirli bir süre içerisinde sanayileri değiştirip dönüştürmeleri istendi. Endüstriyel ya da evsel enerji konularında yeşil ve çevreci enerji kullanımına gitmeleri noktasında teşvik edici önlemler de dahil olmak üzere çok sayıda anlaşma yürürlüğe girdi.
Dilek Bil: Özellikle de otomotiv sektörünün de içinde bulunduğu 5 sektöre.
Dr. Berk Çağdaş: Evet. Renault Avrupa yeşil mutabakat ağına imza atan Avrupa'daki ilk otomotiv üreticisi oldu. Bu anlamda 2030-2035 yılları bandına kadar üretiminin %80-85'ini çevre dostu enerjiler yani elektrik ve hibrit teknolojilere çevirme sözünü verdi. Dolayısıyla ana üretim planı anlamında bunu belirli tarih aralıklarına bölerek 2027 yılına kadar bir oyun planı yaptık. 10 tane yeni araç üreteceğiz. Bu araçların tamamı ya yüksek teknolojili hibrit ya da yüksek teknolojili %100 elektrikli araçlar olacak. Bu değişim ve dönüşüm hızı itibariyle biliyorsunuz bütün markalar etkilenmiş durumda şu anda. Bu anlamda tüketici tercihleri de değişmeye başladı. Çünkü bizim çok önemli bir trafik sorunumuz var. Yani bugün büyük şehirlerde en önemli üç tane sorun nedir diye sorsanız, en başta sanırım araç kalabalığından kaynaklanan trafik sorunu cevabını alırsınız. Bunu İstanbul'da en yoğun şekilde biz yaşıyoruz. Bu kişisel ekonominiz anlamında en önemli varlığınız ve değeriniz zamandan kayıp olduğu kadar yarattığı emisyon anlamında da götürüsü büyük bir faktör. Bugün öyle zamanlar oluyor ki, büyük şehirlerde atmosferin kalitesi standartlar anlamında tehlike çanlarını çalacak kadar alarm veren düzeylere gelebiliyor. Bunun en önemli tetikleyicisi kabul etmek gerekir ki, son dönemlerde tavan yapan dolaşımdaki araç sayısı. Tüm bu sebeplerden dolayı dünyada elektrikli araçlara yönelik büyük bir hareket olduğunu gözlemlemek mümkün. Ancak bu zaman zaman yanlış anlamalara da sebebiyet verebiliyor. Elektrikli araç ne zaman içten yanmalı bir motorla mukayese edilebilir? Ne zaman bir verimlilik ve ekonomiden bahsedilebilir? Bu konulara doğru yerden yaklaşmıyoruz. Bana kalırsa şu soruları sorarak konuya giriş yapılması gerekiyor: Kullandığınız mesafe ne, yaşadığınız çevre, çevrenizin ekolojik özellikleri neler? Çünkü tüm bunlar standartları anlamında değişkenlik gösterir. Eğer siz bir uzun yol sürücüsüyseniz, elektrikli araçlar size istediğiniz verimliliği yaratmaya bilir, belki maliyet anlamında yaratır ama zaman faktörü anlamında yaratmayabilir. İnsanlara elektrikli araçları özendirmek için çok ciddi bir mücadele veriyoruz. Bir pazarlama planımız var. Bununla alakalı olarak tüketiciyi bilinçlendirmek anlamında pazarlama planını uygularken ortalama bir tüketici bize geldiğinde genellikle şunları soruyor "Ben bu araçla Ankara'ya gidebilir miyim? Memleketim Kars, İstanbul'dan Kars'a bununla gidebilir miyim?" Tabii ki gidebilirsiniz ama normalde siz Ankara'ya İstanbul'dan çıkıp 3 buçuk saatte gidiyorsanız elektrikli araçla şu anki batarya teknolojileri itibariyle söylüyorum gidemeyebilirsiniz. Siz İstanbul, Ankara otobanda 70 kilometre süratle giden bir araba gördünüz mü bugüne kadar? Otoyollarımız çok güzel ve çok kapasiteli. Dolayısıyla da insanlar bunu kullanıp varacağı yere daha hızlı ulaşmak istiyor. Elektrikli bir aracı 70 kilometre hızla kullandığınızda bataryanız 400 kilometre sizi götürecekken, süratinizi arttırdığınızda, bakıyorsunuz ki 200 kilometrede şarj ihtiyacı getiriyor. Uzun lafın kısası bu değişim ve dönüşüm hala sorgulanıyor. Ancak yine de bugün Avrupa'da elektrikli araçların toplam satışlar içindeki payı yüzde 15, yüzde 20'ler civarına geldi. Türkiye'de ise hala bu yüzde 2.8, yüzde 3 civarında. O da büyük zorlamalarla. Bunun birkaç nedeni vardı aslında. Türkiye'de araç sahiplik oranı OECD ülkelerine göre çok geride. Biz de hala bin kişiye 200'ün altında araç düşüyor. Oysa en yakın komşularımız Bulgaristan'da bin kişi başına 350, Yunanistan'da ise 450 araç düşüyor. Almanya'yı vesaire söylemiyorum bile. 800 araç düşüyor bin kişiye. Dolayısıyla Türkiye'de henüz bu sahiplik çok az olduğundan ailelerin ya da hane halklarının ya da kişilerin ilk araç tercihi elektrikli olmayabiliyor. Yani insanlar alışmış oldukları sistem üzerinde kalmak istiyor. Henüz güvenemiyor daha doğrusu. Diğer bir faktör Türkiye'deki şehirleşme hızı. OECD ülkeleri içerisinde en yüksek olan ülke Türkiye. Neredeyse %70'lere geldik. Biz biliyorsunuz otomotiv sektörü içerisinde demografik türde veya nüfusun genelini ilgilendiren çok sayıda anket yapıyoruz ve çalışma yapıyoruz. Neden? Doğru talep tahminini yapabilmek için. Bugün otuz yıl evvelki İstanbul'dan üç tane var. Hep bunlar yeni yerleşim ve bu da yeni otomotiv ihtiyacı demek. Dolayısıyla da bu ihtiyaç giderilirken ilk tercih bizim gibi ülkelerde elektrikli araç olmayabiliyor.
Dilek Bil: Nüfusun neredeyse %25'ini Z kuşağı temsil ediyor. Z kuşağı şu anda iş dünyasında kendi parasını kazanıyor ve kendi alım kararlarını veriyor. Dolayısıyla da onların kararları bundan sonrası için çok yönlendirici olacak. Z kuşağını etkilemek ya da yönlendirmek, onlara bazı şeyleri anlatmak veya öğretmek için ne tür iletişim stratejileri kullanıyorsunuz?
Dr. Berk Çağdaş: Yaptığımız anketlerden çıkardığımız sonuç, Z kuşağının bizlerden çok farklı bir anlayışta olduğu. Mesela A noktasından B noktasına en hızlı, en konforlu, en ucuz, en güvenli şekilde gitmek istiyorlar ama araba kullanmak istemiyorlar. Bunu sağlayacak bir mekanizma arayışı içerisindeler. Dolayısıyla iş hayatına girmiş olsalar bile bir araç sahibi olmak Z kuşağının ajandasında yazılı değil.
Dilek Bil: Doğru ama nüfusun önemli bir kısmını temsil ediyorlar. Sizin için Z kuşağı önemli bir hedef kitle, mobilite için onlara önerileriniz olmuyor mu?
Dr. Berk Çağdaş: Bu noktada bizim stratejimizin belkemiğini şu teşkil eder. Bir sürü yeni teknoloji üretiyoruz. Bugün portföyümüzde sıfır emisyonlu çalışan araçlarımız var. Sadece kendi markam için konuşuyorum, kesinlikle ve kesinlikle şehir içi kullanımında elektrikli araçların tam bir çözüm merkezi olduğunun altını çiziyoruz. Şehir içinde kesinlikle içten yanmalı motorlarda uzak durulması lazım. Çünkü bugün İstanbul'da en kalabalık trafik, en uzak mesafeler hakikaten böyle. New York ile yarışacak bir nüfus var. Yani bakıldığında İstanbul'da maksimum günde yapabildiğiniz yol 250 kilometreyi geçmiyor. Bunu kim söylüyor biliyor musunuz? Taksi şoförleri. Şimdi durum böyle olduğunda, elektrikli araç kullanımının genç nüfus özellikle de Z kuşağı üzerinde kullanımının artırılması, bu parametrenin altının çizilmesi ile çok bağlantılı. Şimdi mesela yeni getireceğimiz A-290 Alpin aracımız var. Tamamen Z kuşağını, gençleri hedefleyen bir araç bu. Orada kullandığımız temel faktör bu gençlik noktası. Alpin bununla alakalı muazzam önemli ve çok güzel bir markadır. Sürat tutkunlarının markasıdır. Teknoloji tutkunlarının markasıdır. Ancak aynı zamanda da çevrecidir. Ayrıca dış üniteler vesaire de dahil olmak üzere aracın neredeyse yüzde 80'e yakını dönüştürülmüş materyalden imal edilir. Dolayısıyla bu dönüşüm değişim ve sürdürülebilirlik yolculuğunda, "gel sen de rol al" şeklinde bir materyalimiz var orada.
Dilek Bil: Geri dönüşümlü malzeme kullanımına gelince, yüzde 80'e kadar geri dönüştürülmüş malzeme kullanım hedefini, bildiğim kadarıyla Renault bütün modellerinde uyguluyor değil mi?
Dr. Berk Çağdaş: Doğrudur. hedefimiz bunu bazı modellerde yüzde %70-%80 civarında tutmak. Aslında bugün bizim en basit modelimizde bile yüzde 25 civarında geri dönüştürülmüş malzeme kullanılıyor. Yeni modellerde bu katkı oranı daha yüksek. Örneğin lüks segment olması veya orta segment olması farketmeksizin iç donanımda, koltuk kumaşı olarak kullanılan materyal bildiğiniz pet şişelerden üretilen bir materyal. Bu noktada çok çok iyi bir teknolojimiz var ve kendi dönüştürme tesisleri var Renault'nun. Bu konuda özellikle çok yatırım yapıldı.
Dilek Bil: Sürdürülebilirlik deyince genellikle çevresel boyutta konuştuk ama tabii sosyal açıdan da çok büyük bir bayi ağına sahipsiniz. Faaliyet gösterdiğiniz coğrafyalarda sizin için çalışanlar, onların aileleri ve çevre halkı için neler yapıyorsunuz? Sosyal kalkınmada yaptıklarınızdan biraz bahsedebilir misiniz?
Dr. Berk Çağdaş: Çok önemli ve güzel bir soru bu Dilek Hanım. Benim işimi anlayış şeklim insan odaklı bir perspektiftir. Özümüz insan. Biz insanla üretim yapıyoruz, insanla beraber satış yapıyoruz ve en önemlisi de insana satış yapıyoruz. Müşterilerimiz ve müşterilerimize hizmet sunumu aşamasında her anımızda insanla beraberiz Dolayısıyla bizim üç temel omurgamız var. 1. Kesintisiz ve koşulsuz müşteri memnuniyeti. 2. Koşulsuz ve sınırsız iş ortaklarının yani ailelerimizin memnuniyeti. 3. Koşulsuz ve sınırsız çalışanlarımızın memnuniyeti. Benim iş disiplinim veya iş sistemim bu üç tane temel kritere dayanıyor. Bunlar bizim ana stratejilerimizi Dilek Hanım. Bu anlamda da Mayıs Akademi adında bir akademi kurduk. Renault dünyasında böyle bir şey yok. Bu akademiyi kurarken de yine en büyük tepkiyi yine Renault'nun içinden "ne gerek var" şeklinde ben aldım. Bunun da altını çizmek durumundayım. Ama sonra neden böyle bir akademi kurmamız gerektiğini, Neden kendi insanımızı kendimiz yetiştirmemiz gerektiğini, neden kendi çalışmamızı kendimiz büyütmemiz gerektiğini ve neden sadece hard eğitimlere değil soft eğitimlere de önem vermemiz gerektiğini anlatınca yavaş yavaş anlaşıldım. Mesela bizim Mayıs Akademisi'nde empati sınıfları var. Empati dersi veriyoruz. Bizim işimizin en önemli ve vazgeçilmez koşulu müşteriyle doğru empati kurabilmektir. Siz bir müşteri olarak bizi ziyaret ettiğinizde psikolojik olarak bunun farkında olmasanız bile bilinçaltınız sizi bulunduğunuz yerini sahibi gibi konumluyor. Bu korteks beyinin işi değil, korteks altı beyinin işi. Dolayısıyla da oranın sahibi gibi muamele görmenin beklentisi içinde oluyorsunuz. Şimdi öncelikle bunu kabul edeceksiniz. İkincisi de, siz bir satış temsilcisi olarak her şeyi kapıda bırakacaksınız. O gün kocanızla kavga etmiş olabilirsiniz. Karınızla kavga etmiş olabilirsiniz. Kredi kartı borcunuzu ödememiş olabilirsiniz. O gün onu kapıda bırakacaksınız. İşte bu beceri gerektiren bir şey. Doğru performans yönetimi açısından biz bunları akademide vermeye çalışıyoruz. Onun dışında bütün bayi örgütünü bu anlamda bu filtreden geçiriyoruz, geçirmek zorundayız. Çünkü siz milyonlarca lira yatırım yapıyorsunuz genel müdürlükte. Sonra müşterinin karşısına bir satış temsilcisi ya da servis teknisyeni çıkarıyorsunuz ve müşteri gözündeki tüm algınızı milyonlarca liralık yatırımı yapanlar değil, müşteriyle birebir temas edenler belirliyor.
Dilek Bil: Çok doğru, çok doğru. Tabii bu yaptığınız çok önemli. Çünkü bir taraftan da yeni yetkinlikler kazanmış yeni jenerasyon üyelerinin iş hayatına girmesi, sizin çalışanınız olması ya da başka sektörlerde yer alması bu sosyal dokuyu geliştirmek açısından da çok değerli. Dolayısıyla sadece kendi markanız için değil, aslında o coğrafyadaki insanların bu konuları hayatlarına entegre etmesini sağlıyorsunuz. Şahane bir sohbet oldu. Çok teşekkür ederim. Çok geniş perspektifte birçok konuya değindik. Otomobil endüstrisinin bundan sonraki günlerde nerelere ulaşacağını sizden duyduk. Çok teşekkür ederim katıldığınız için.
Dr. Berk Çağdaş: Davetiniz için sağolun.
Kaynak: Oksijen Tv
Comments